“İsrail’in İçeriden Zayıflatma Planı"

Doç.Dr.Mehmet ÇELİK

6/14/2025

Son bir yılı aşkın süredir Orta Doğu sahnesinde kesintisiz devam eden çok cepheli savaş, yalnızca taktik haritaları değil, stratejik dengeleri de kalıcı biçimde dönüştürüyor. İsrail, bu süreçte askeri kapasitesini artırmakla kalmayıp; aynı zamanda bölgesel hareket kabiliyetini genişletti. İran’ın güvenlik doktrini ise özellikle Suriye’deki pozisyonunu kaybetmesiyle ciddi biçimde sarsıldı. Esad rejiminin düşmesi, “Direniş Ekseni”nin omurgasını kırarken, İran’ı bölgesel denklemde savunmasız bir noktaya sürükledi. Bugün İsrail için oluşan bu yeni jeopolitik konjonktür, benzeri görülmemiş bir operasyonel serbestiyet sunuyor.

Öte yandan, Washington’ın mevcut yönetimi ile yaşadığı uyumsuzluklara rağmen, İsrail’in izlediği agresif dış politika yalnızca İran’ı değil, Avrupa ile olan ilişkilerini de yeni bir baskı düzlemine çekmiş durumda. ABD ile İran arasında süregelen diplomatik kopuş, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile Tahran yönetimi arasındaki gerilimle daha da derinleşti. İran’ın Fordow ve Natanz tesislerinde santrifüj sayısını artıracağını açıklaması, zenginleştirilmiş uranyum stokunu büyütme niyetinin açık bir göstergesidir. ABD istihbarat kaynakları, İsrail’in bu gelişmelere askeri yanıt verme olasılığını güçlü biçimde dillendirmekteydi ve bugün bu öngörü pratiğe dönüşmüş görünüyor.

Şubat 2025 tarihli ABD istihbarat raporu, İsrail’in önleyici bir saldırı gerçekleştirmesi hâlinde İran’ın nükleer programının yalnızca birkaç hafta ya da ay geriye çekilebileceğini; buna karşılık bölgedeki tansiyonun kalıcı biçimde tırmanacağını ortaya koymuştu. Ne var ki Tel Aviv yönetimi, İran’a “Libya modeli”nin (yani nükleer altyapının tamamen imhası) uygulanmasını savunmakta ısrarcı.

Bu bağlamda İsrail için esas hedef, İran’ın nükleer silaha erişmesini mutlak surette engellemek ve böylece kendi ulusal güvenliğini uzun vadede tesis etmektir.

Bu stratejide üç temel seçenek söz konusudur: diplomatik anlaşma, askeri müdahale ve rejim değişikliği. İsrail, bu seçeneklerden askeri olanı hayata geçirmiştir. Geriye yalnızca rejim değişikliğine dönük uzun vadeli siyasal mühendislik projeksiyonu kalmaktadır.

Bu noktada Tel Aviv’in bölgesel ve uluslararası kamuoyunu kendi tezleri etrafında konsolide etme çabası dikkat çekicidir. Yahudi lobilerinin küresel düzeyde yürüttüğü siyasi ve ekonomik kampanyaların temel gerekçesi; İran rejimini zayıflatmak ve Tahran’ın bölgesel etkisini geriletmektir.

İsrail’in Askerî operasyonların hedefi de İran’da iç siyasi değişim için zaman kazanmak ve özellikle 86 yaşındaki Dini Lider Ali Hamaney’in ölümüne kadar bu süreci yönetilebilir kılmaktır. İsrail’in stratejik hesapları, rejimin yapısal istikrarını zayıflatmak ve halkın mevcut düzene olan bağlılığını çözmek üzerine kuruludur.

Ancak burada her ne kadar dikkat çekici bir çelişki olarak; İsrail’in doğrudan saldırısı, rejimin etrafında milli birlik duygusunu güçlendirebilir algısı olsa da ne var ki İran’daki mevcut meşruiyet krizi, ekonomik daralma ve yönetim erozyonu dikkate alındığında, rejimin dış tehditler karşısında dahi halk desteğini etkin biçimde mobilize edemeyeceği yönünde güçlü göstergeler vardır.

Bu çerçevede son günlerde sahada yaşananlar stratejik denklemin pratik karşılığına işaret ediyor.

İsrail ordusu (IDF), İran’ın nükleer program bileşenlerine yönelik operasyonlara devam edeceğini açıklarken, bu müdahalelerin yalnızca fiziksel altyapıyı değil, rejimin psikolojik direncini de hedef aldığını belirtmektedir. Ancak İsrail için asıl soru şudur: İran’ın nükleer tesislerini bombalamak, tehdidi ortadan kaldırmaya yeterli midir? Yanıt hayırdır. Zira İran rejimi, ideolojik varoluşunu İsrail’in yok edilmesi üzerine kurmuş bir rejim iddiasını da taşımaktadır. Rejimin vekil örgütler aracılığıyla kurduğu "ateş çemberi", yalnızca askeri bir taktik değil, bir siyasal stratejidir.

İsrail'in uzun vadeli hedefi, İran’daki rejimi içeriden zayıflatmak ve nihayetinde değiştirmektir. Bu nedenle, askeri operasyonlar sınırlı kalmayıp toplumsal ayaklanmaları teşvik edilecek, rejimin lider kadrosunu hedef alınacak, dışarıdan değil içeriden dönüşümü tetikleyecek çok katmanlı bir stratejiye evrilecektir. İsrail, İran halkını büyük ölçüde bu rejime yabancılaştırmaya çalışacaktır. Ancak bu kitlelerle doğrudan iletişim kurulmadan herhangi bir iç değişimin öncüsü olunamaz.

Tahran da bu riski yakından takip ediyor. Basij milislerinin sokağa indirilmesi, internet erişiminin kısıtlanması ve toplumsal protestolara yönelik önleyici tedbirlerin devreye alınması, rejimin bu tehdidi içselleştirdiğini açıkça göstermektedir. İran, her zamankinden daha kırılgan bir noktadadır ve bu durum, İsrail açısından nadir bir jeopolitik fırsat penceresi oluşturmaktadır.