"İsrail’in İran Hesabı: Nükleer Korku mu, Rejim Hedefi mi?"

ANALIZ II THE CRITIQUE TIMES

Doç.Dr.Mehmet ÇELİK

6/17/2025

Yazı dizisi - 2

İsrail’in İran’a yönelik politikası uzun süredir sadece bir dış politika hamlesi değil, aynı zamanda bütünlüklü ve aşamalı bir devlet stratejisi olarak yürütülüyor. Burada mesele basitçe bir komşu tehdidine karşı tedbir almak değil; daha derinlerde, bir rejimi çevrelemek, dönüştürmek ve nihayetinde tasfiye etmek isteyen bir zihinsel altyapı yatıyor.

İsrail’de bu tür stratejiler her zaman hükümet katında doğmaz. Aksine, öncesinde yoğun bir entelektüel süzgeçten geçirilir. Think-thanklerde, adeta devletin ön istihbarat laboratuvarı gibi çalışır. Hangi tehdidin öncelikli olduğu, bu tehdide karşı hangi araçların işe yarayacağı, ne tür diplomatik, ekonomik ya da psikolojik sonuçlar doğuracağı burada hesaplanır. Ve karar verildiğinde, bu planlar devletin resmi politikalarına dönüşür.

İran'daki rejim değişikliği fikri de tam olarak bu mekanizma içinde, yıllar öncesinden formüle edilmiş bir başlıktır. Bu mesele İsrail’in güvenlik aklının merkezinde öylece durur. Çünkü İsrail’e göre İran, yalnızca ideolojik bir tehdit değil; aynı zamanda bölgesel nüfuz, askeri kapasite ve jeopolitik yönelim açısından doğrudan İsrail’e bir meydan okumadır.

İsrail’deki düşünce kuruluşları İran’daki rejimi sadece dini karakteriyle değil; siyasi yapısı, ekonomik bağlantıları, propaganda aygıtları, istihbarat ağları ve dış bağlantılarıyla birlikte masaya yatırır.

Tartışmanın kalbinde şu sorular yer alıyor: İran’daki yapıyı değiştirmenin gerçekçi bir yolu var mı?

Ve daha önemlisi, bu rejimin alternatifi gerçekten daha mı iyi olur?

Bu soruların yanıtı kolay değil. Nitekim Institute for National Security Studies tarafından yayımlanan bir raporda, bu konuda önemli bir fikir yürütülüyor. Raporda, Amerikan diplomat ve uluslararası ilişkiler uzmanı Philip Gordon’un “Losing the Long Game: The False Promise of Regime Change in the Middle East” adlı eserine atıf yapılıyor. Gordon, kitabında ABD’nin onlarca yıl boyunca Orta Doğu’da rejim değiştirme hedefiyle yürüttüğü müdahaleleri masaya yatırıyor ve şöyle bir sonuca varıyor: Bu müdahalelerin büyük çoğunluğu başarısız oldu, başarılı görünenlerde ise sonuçlar pek iç açıcı değil.

İsrail’in önünde duran gerçek de bu. Evet, İran’da rejim değişikliği İsrail açısından kulağa cazip gelebilir. Ancak Ortadoğu’da tarihin gösterdiği üzere, dış müdahalelerle yapılan rejim mühendisliği genellikle ters teper. Siyasi boşluklar oluşur, sokaklar karışır, mezhep çatışmaları patlak verir. Ve çoğu zaman, yıkılanın yerine daha sorunlu bir yapı gelir.

Amerika’nın 1947–1989 arasında giriştiği 66 rejim değişikliği operasyonundan yalnızca 26’sı kendi lehine sonuçlandı. Geriye kalan 40’ı ise başarısızlıkla sonuçlandı. Üstelik başarı sayılan örneklerde bile yeni kurulan rejimler uzun ömürlü olamadı; iç savaşlar, darbeler, sosyal çöküşler birbirini izledi.

Bu yüzden bugün İsrail için mesele sadece İran’ı durdurmak değil; aynı zamanda bu durdurma çabasının İsrail’in uzun vadeli çıkarlarını nasıl etkileyeceğini de doğru analiz etmek. Çünkü müdahale etmek kolay, ama istikrar inşa etmek bambaşka bir mesele....

Devamı gelecek yazı dizisinde..