Nükleer Eşik ve İsrail'in Üçlü Stratejisi

ANALIZ II THE CRITIQUE TIMES

Doç.Dr.Mehmet ÇELİK

6/16/2025

Yazısı dizisi I

İsrail için İran meselesi sadece ideolojik bir çatışma değil, doğrudan ulusal güvenliği ilgilendiren bir hayati tehdit dosyasıdır. Tel Aviv’in güvenlik önceliklerinin başında yıllardır değişmeyen üç temel hedef yer alır: İran’ın nükleer silah edinmesini engellemek, bu yolla İsrail’in güvenliğini sağlamak ve uzun vadede bölgedeki stratejik üstünlüğünü sürdürmek. Sağ iktidarın devam ettiği mevcut siyasal atmosferde, bu hedeflerin önemi daha da pekişmiş durumda.

Peki İsrail, bu hedeflere nasıl ulaşmayı planlıyor?

Aslında masada çok da fazla seçenek yok: Birincisi, İran'ı uluslararası bir nükleer anlaşmaya ikna etmek. İkincisi, sınırlı ya da geniş ölçekli askeri müdahalede bulunmak. Üçüncüsü ise daha radikal bir senaryo: Rejimin tamamen değiştirilmesi.

İsrail’in askeri seçeneğe sıcak bakmasının temelinde şu düşünce yer alıyor: Güç gösterisi, sadece İran’ın nükleer programını sekteye uğratmakla kalmayacak; aynı zamanda İran’ın bölgedeki nüfuzunu, füze kapasitesini ve vekil aktörlerle yürüttüğü asimetrik savaşları da sınırlandıracaktır. Bu noktada İsrail’in İran politikasının üç sacayağı net biçimde karşımıza çıkıyor:

Diplomatik baskı, askeri caydırıcılık ve rejime yönelik sistemli kuşatma.

Bununla birlikte, diplomasi masasında kalmak isteyenlerin önerdiği ara formül de yok değil. Buna göre, sınırlı askeri eylem—yani İran’daki nükleer tesislerden birine yönelik hedefli bir saldırı—Tahran'ı yeniden müzakereye çekmeye zorlayabilir. Özellikle İran’ın hava savunma sistemlerine darbe vurularak askeri baskı artırıldığında, bu durum diplomatik alanı genişletebilir.

Ancak burada önemli bir nokta var. İranlı yetkililerin söylemlerine bakılırsa, Tahran yönetimi saldırı altındayken hiçbir diplomatik öneriyi kabul etmeye yanaşmıyor. Yani askeri baskı, masayı yeniden kurar mı, yoksa tamamen devre dışı mı bırakır—bu belirsizliğini koruyor.

Bu noktada nükleer uzman David Albright’ın değerlendirmesi oldukça çarpıcı. Albright’a göre İran’ın elinde bulunan zenginleştirilmiş uranyum stokunun yalnızca yüzde 5’i bile, gelişmiş santrifüjlerle birleştirildiğinde, sadece 25 gün içinde bir nükleer bomba için yeterli seviyeye getirilebilir. Dört bomba üretimi içinse gereken süre yalnızca iki ay.

İşte bu veri, İsrail açısından rejim değişikliği fikrini sadece arzu edilen değil, aynı zamanda zorunlu hale getiren bir etken olarak öne çıkarıyor. Tel Aviv’deki stratejik akıl yürütme şu varsayıma dayanıyor: Mevcut İran rejimi var oldukça, bu rejim hem İsrail’e olan ideolojik düşmanlığından vazgeçmeyecek hem de bölgedeki nüfuz mücadelesinden geri adım atmayacaktır. Dolayısıyla rejimin kendisi tehdit haline gelmiştir ve değişmeden denklemin değişmesi mümkün görünmemektedir.

Devamı gelecek yazı dizisinde...