Rejim Değişikliği: İsrail için Tercihi mi, Zorunluluk mu?

ANALIZ II THE CRITIQUE TIMES

Doç.Dr.Mehmet ÇELİK

6/18/2025

Yazı dizisi 3

Rejim Değişikliği: İsrail için Tercihi mi, Zorunluluk mu? 

İsrail’in İran’a karşı nihai hedefinin sadece nükleer tesisleri durdurmakla sınırlı olmadığını artık açıkça biliyoruz. İran rejiminin kendisi, Tel Aviv için bir tehdit olarak kodlanıyor. Peki bu durumda şu soruyu sormak gerekiyor: İran’da rejim değişikliği İsrail için gerçekten arzu edilen bir senaryo mu?

Bu soruya “evet” demek kolay; ancak sorunun derinliği ve pratikteki zorlukları öyle basit yanıtlarla geçiştirilemez. İsrail'in son yıllarda bu konuya yaklaşımı, Esad rejiminin zayıflamasıyla İran eksenine ağır bir darbe vurulması ve özellikle Donald Trump’ın ABD Başkanlığı döneminde İran’ın uluslararası alanda yalnızlaştırılmasıyla daha görünür hâle geldi. Tahran’ın kırılganlaşan dış politikası, İsrail tarafında “acaba fırsat bu fırsat mı?” sorusunu beraberinde getirdi.

İsrail kamuoyunda ve strateji çevrelerinde, artık yalnızca caydırıcı politikalarla yetinmenin yetersiz olduğu ve doğrudan rejimi hedef alan daha proaktif bir yaklaşım benimsenmesi gerektiği yönünde görüşler ağırlık kazanıyor. Bu noktada dile getirilen yöntemlerden biri ise oldukça dikkat çekici: Ayetullah rejimine muhalif olan laik, etnik kimlikli gruplar üzerinden içerden bir değişim sağlamak.

Ancak burada çok temel bir çelişki var: Tarih bize her dış müdahalenin istenen sonucu vermediğini fazlasıyla gösterdi. En çarpıcı örneklerden biri, 2002 yılında dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmadır. Saddam Hüseyin’in devrilmesinin "bölgeye muazzam bir olumlu etkisi" olacağını savunmuştu. Ancak Netanyahu yanıldı.. Irak hâlâ istikrardan uzak.

Dolayısıyla rejimi devirmek bir ihtimal olabilir, ama yerine nasıl bir yapı geleceği, bu yapının İsrail için gerçekten “daha iyi” olup olmayacağı muamma. İran rejimi hâlâ başta Devrim Muhafızları olmak üzere, kendisine sadık güvenlik bürokrasisi ve kolluk kuvvetleriyle ciddi bir iktidar alanına sahip. Bunun yanı sıra, farklı toplumsal kesimlerin ya ideolojik ya da ekonomik nedenlerle rejime verdiği açık ya da pasif destek de azımsanamaz.

2022–2023 protestoları bu gerçeği açıkça gösterdi. Evet, halk sokaktaydı. Ama bu protestolar, 1979’daki devrimle kıyaslandığında çok daha sınırlı kaldı. Ne ulusal çapta bir liderlik ortaya çıktı ne de farklı toplumsal kesimler arasında koordinasyon sağlandı. Hatta İran gibi kritik sektörlerin başında gelen petrol endüstrisinde bile grevler cılız kaldı. Siyasi değişimin ön koşulu olan ortak bir toplumsal koalisyon, henüz ortada yok.

Ahvaz, Beluciler ve İsrail'in Etnik Kartı 

Üstelik işin bir de etnik boyutu var. Bugün İran’ın Fars olmayan toplulukları arasında ciddi bir rejim karşıtı duruş olduğunu söylemek mümkün. Ancak buradaki soru şu: Rejim değişirse ertesi gün ne olur? Kaos mu, parçalanma mı, yoksa dış destekli bir geçiş hükümeti mi?

Bazı yorumcular, bu grupların dış askeri desteğe ihtiyaç duymadan kendi ayakları üzerinde durabileceklerini, hatta kısa sürede kendi ordularını oluşturabileceklerini iddia ediyor. Ancak bu iddiaların gerçekleşebilmesi için hem siyasal hem de finansal destek gerektiği ortada. Hatta bu grupların temsilcileriyle Washington’da yapılacak sembolik bir toplantının bile İran rejimin korması için yeteceği konuşuluyor.

Ahvaz Arapları bu bağlamda sıkça gündeme gelen gruplardan biri. Huzistan bölgesinde yaşayan bu topluluk, güçlü kabile bağlarına, bölgesel aidiyete ve tarihsel belleğe sahip. Kuzeydeki Ahvaziler hem Şii hem Sünni, güneydekiler ise büyük oranda Sünni. Kendi topraklarını “El-Ahvaz” olarak adlandıran bu topluluk, siyasi talepler açısından İran’daki Kürt ve Beluci gruplarla benzer çizgilerde buluşuyor.

Ahvazilerin dışarıdaki organizasyonları da oldukça aktif. Örneğin Danimarka merkezli “Ahvaz'ın Kurtuluşu İçin Arap Mücadelesi Hareketi” her yıl düzenlediği toplantılarda “İran terörüne karşı durmak” vurgusunu yapıyor ve uluslararası desteği artırmayı hedefliyor. Konferanslarda verilen mesaj net: "İran sadece Ahvazlılara değil, rejime mensup olmayan tüm halklara sistematik baskı uyguluyor." Ahvazlıların durumu bölgesel olarak oldukça kritik. Huzistan eyaletinde yaşayan bu topluluk, hem demografik yoğunluk hem de petrol kaynaklarının üzerinde bulunmaları sebebiyle stratejik bir konumda. İranlı yetkililer için bu yapı, potansiyel bir iç tehdit anlamına geliyor.

Tüm bu tabloya bakıldığında, İsrail için rejim değişikliği bir fırsat olarak görünüyor olabilir. Ancak fırsat ile gerçeklik arasındaki mesafeyi iyi ölçmek gerekiyor. Rejim gidebilir; ama geride kalan boşluğu neyin dolduracağı sorusu hâlâ yanıtsız.

Diğer yandan, bir başka önemli grup da Beluçlardır. İran’ın en yoksul eyaleti olan Sistan-Beluçistan’da yaşayan bu topluluk, sistematik dışlanma ve yoksulluğun ağırlığını taşıyor. Beluçlar, kendilerini bir etnik azınlık değil, özgün bir millet olarak tanımlıyorlar. Kendi dilleri, tarihleri ve kültürel aidiyetleri üzerinden kurdukları bu kimlik, rejimle aralarında kalın bir çizgi oluşturuyor. Beluç aktivistler ve diaspora örgütleri, Tahran’a karşı çok daha radikal bir tutum benimsiyor. Onlara göre, çözüm yalnızca rejim değişikliğiyle sınırlı değil; aynı zamanda tam anlamıyla bağımsızlığa ulaşmakla mümkün olabilir. Bu noktada dillendirilen tezlerden biri de oldukça çarpıcı: İran, demografik olarak homojen bir devlet değil; hatta Persler nüfusun yarısından azını oluşturuyor. Ülkenin sınır eyaletlerinde ezici çoğunluğu Fars olmayan gruplar oluşturuyor ve %40’tan fazlası Farsçayı anadil düzeyinde konuşamıyor.

Bu iddialar, İran'ın etnik çoğulculuğunu vurgularken aynı zamanda ülke içi kırılganlıkları da gözler önüne seriyor. Beluçlar, Kürtler ve Ahvazlılar arasında rejime karşı ortak bir duygudaşlık oluşmuş durumda. “Kölelik zincirlerini kırmak” ifadesi bu grupların manifestosunda sıkça yer buluyor. Talepler yalnızca kültürel haklarla sınırlı değil; siyasi özerklik ve hatta ayrılıkçılık çağrıları da oldukça yüksek sesle dile getiriliyor.

İsrail cephesinden bu duruma nasıl bakılıyor?

Aslında yanıt çok net. İsrail’deki sağcı stratejist çevreler ve bazı köşe yazarları, yıllardır rejim değişikliğinin anahtarının bu etnik yapılarda yattığını savunuyor. Özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren Fars olmayan etnik gruplar ile İran güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmalar, Tahran’ın “melez savaş” korkularını tetikledi.

Bu senaryoya göre, ülke çapında yaşanacak geniş protestolarla eş zamanlı bir dış müdahale, rejimi temelden sarsabilir. Bu argümanı en açık şekilde dile getiren isimlerden biri MEMRI'nin kurucusu Yigal Carmon. Ona göre, İran’daki İslami rejimi devirecek olan şey yalnızca Batı'nın baskısı değil; Batı'nın İran’daki Fars olmayan etnik azınlıkları aktif biçimde desteklemesidir.

İsrail kamuoyundaki bu eğilim, bazı köşe yazılarında çok daha doğrudan ifadelerle karşımıza çıkıyor. Makorrishon adlı yayın organındaki bir yazıda şu çağrı dikkat çekiyor: “Daha iyi bir gelecek sadece İsrail’in bombalamasıyla elde edilemez. Bunun için sahada cesaret gerekir. Ayağa kalkın!” Bu söylem, açıkça bir isyan çağrısı niteliği taşıyor.

Bu noktada aklımıza gelen soru şu: İsrail, İran’ı askeri açıdan sınırlamaya çalışırken aynı zamanda içeriden etnik grupları da bir tür “jeopolitik kaldıraç” olarak mı kullanmak istiyor? Görünen o ki, bu sadece bir ihtimal değil; aynı zamanda planlı bir strateji.